Edebi ve fikir dünyasıyla geniş kitleleri etkileyen Necip Fazıl Kısakürek için Erzurum şehrinin yeri ayrıdır. Zira doğup büyüdüğü İstanbul’dan ilk uzun yolculuğunu henüz 15 yaşındayken annesiyle birlikte Erzurum’a yapar ve burada Emniyet müdürü olarak çalışan dayısının yanında aylarca kalır. Hatta bu yıllarda Palandöken Dağları üzerine bir şiir de yazar. Necip Fazıl’ın ilk kez Anadolu insanıyla kaynaştığı şehir Erzurum olur ve bu gönül bağı bir daha kopmaz. 1940’lı yıllarda bir kere daha bu defa askerlik görevi için Erzurum’a gelir. 1960 ve 70’lerde ise konferans vermek için yine yolu bu şehre düşer. Necip Fazıl Kısakürek’in bir grup gençle birlikte bulunduğu tarihi fotoğraflarından birisi işte Erzurum MTTB tarafından konferans vermek için davet edildiği 1974 yılında çekilir. Siyah beyaz bu fotoğrafta Site Bakkaliyesi yazan camekan önünde Necip Fazıl’ın etrafını üniversiteli gençler kuşatmıştır. Gençler arasında o yıllarda Atatürk Üniversitesi İşletme Fakültesi’nde asistan olan biri daha vardır: Eski Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Beşir Atalay. Atalay henüz yeni evlidir. Fotoğraf da onun o yıllarda oturduğu şehrin ilk “gökdeleni” Kuşkay Sitesi’nin önünde çekilir. Necip Fazıl’ın gençlerle önünde durduğu o sitede aynı yıllarda ailemle Atalay’ın yan dairesinde oturduğumuz için bu tarihi fotoğraf benim için daha bir anlamlıdır. Elimde Necip Fazıl Kısarükek’in 50 yıl önce Erzurum’da bir grup gençle çekildiği bu fotoğrafın hikayesini biraz da bu duygusal bağlarla konuşmak için Atalay’ı aradım ve fotoğrafla birlikte 1970’li yılların Erzurum’una doğru keyifli bir yolculuk yaptık.
Bu fotoğraf, 1974 Yılı Nisan ayında, Erzurum’da, Kuşkay Sitesinin önünde çekildi.
Rahmetli Üstad Necip Fazıl Kısakürek’i Erzurum’a konferansa davet etmiştik ve gelmişti, ben Üstad’ı evimde misafir ettim, ağırladım ve havaalanına uğurlamak üzere evden çıktığımızda sitenin önünde bekleyen arkadaşlarımızla böyle bir fotoğraf çekilmişti.
Fotoğraftaki isimleri aynı yıllarda Erzurum’da öğrenci olan yazar İbrahim Demirci ile tespit ettik. Soldan sağa Osman Dilbaz (İşletme, MKE’den emekli), Dr. Mehmet Kahraman (Edebiyat, emekli), Yakup Pınar (Fransızca Öğretmenliği, Emekli), Mustafa Sümer , Üstad, Fatih Arıkan (İşletme, siyasetçi), (?), Selahaddin İpek (Edebiyat, vefat etti), İbrahim Sarı (İslami İlimler, vefat etti), Prof. Dr. Mehmet Bayyiğit (İslami İlimler, emekli) ve siz.
Bu fotoğrafta, sizin saydıklarınız dışında, az görünen veya yanda kalmış birkaç arkadaşımız daha vardır: Prof. Dr. Nazif Gürdoğan, Prof. Dr. Dursun Bingöl, Yüksel Yalçınkaya, Bahattin Sarıoğlu bunlardandır. O yıllar hepimiz Erzurum Üniversitesi’nde genç asistanlardık. Özellikle öğrencilerimizi Üstadın çevresine aldık, bizler biraz kenar ve gerilerde yer aldık.
Kuşkay Sitesi, Erzurum’da yeni yapılmış, 1973 yılı sonunda bitmiş, belki şehirde ilk bu büyüklükte, hatırladığım kadarı ile on katlı, 35 dairesi olan, kaloriferli, sürekli sıcak suyu akan, çoklu asansörü olan güzel bir apartmandı. Yapıldığı zaman Erzurum’da çok bilinen ve sözü edilen bir site idi. Biz, 1973 yılı Kasım ayında eşimle evlendik ve eşimi İzmir’den Erzurum’a gelin getirdim, yani elli yıl önce, geçen kasım ayı sonunda ellinci yılımızı andık, işte o zaman ben de bu Kuşkay Sitesi’nde ev kiralamıştım ve o binaya ilk yerleşenlerden olmuştuk. Üstadımızı da buradaki evimizde misafir etmiştik. Fotoğrafta arka fonda görünen de Kuşkay Sitesi’nin bakkaliyesi idi. Çoğu ileri gelen öğrencilerimizden oluşan büyük bir kalabalık heyet evin önüne gelmişti Üstadı uğurlamak üzere. Fotoğraftan sonra da hep beraber hava alanına uğurlamaya gitmiştik. Bakıyorum da, o fotoğrafta yer alan ne çok güzel arkadaşımız vefat etmiş…
Üstadı ben önce 1962 yılında, ortaokul son sınıfta iken, Büyük Doğu dergisi ile tanıdım ve sonraki hayatımda hep büyük yeri olmuştur. Kırıkkale Lisesi’nde her hafta Büyük Doğu dergisinin yolunu gözleyen bir arkadaş grubumuz vardı. 1964 yılında, ben lise öğrencisi iken Kırıkkale’ye konferansa gelmişti, yine biz davet etmiştik, ilk yüz yüze görüşmem o zaman oldu. Ancak, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğrenci iken, Cebeci semtinde, hemen bizim fakültenin yanındaki binada Büyük Doğu Fikir Kulübü Ankara Şubesi vardı ve Üstad Ankara’ya sık gelirdi, her gelişinde bir akşam burada sohbeti olurdu. Esasen, o yıllarda Ankara’da büyükçe bir arkadaş grubumuzla zaten gelişinden haberimiz olurdu. Rahmetli Mehmet Akif İnan Abimiz- Dostumuz Türk Ocağı Yöneticisi idi ve genelde orada toplanırdık, Üstad da oraya gelirdi. İstanbul’a ziyaret için de giderdik.
Erzurum Üniversitesi’nin 1970-1980 yılları arası dönemi bizim açımızdan çok bereketli yıllardı. Üniversite bünyesinde Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) çok örgütlü, her fakültede şubesi var ve bünyesinde büyük bir öğrenci grubu vardı. Bizler de genç asistanlar olarak bu öğrencilerle ilgileniyor, destek olmaya çalışıyorduk. İşte, MTTB olarak Üstad konferansa davet edildi ve geldi. Davet edilmesinin sebebi, özellikle öğrencilerin, gençlerin onu tanıması ve dinlemesi idi.
Erzurum’un en merkezi yerinde yeni bir çarşı yapılmış ve içinde çok modern, şatafatlı bir sinema salonu yapılmış, Dadaş Sineması olarak açılmıştı. Konferansı için burasını ayarladık, büyük ve güzel bir salon, tıklım tıklım dolu, Üstad o gün “Özlediğimiz Neslin Vasıfları” başlıklı bir konferans verdi. Özellikle üniversitenin öğretim üyeleri ve öğrencileri büyük ilgi gösterdi.
Erzurumlular da Üstadı büyük coşku ile karşıladı, gelmesi adeta şehirde her kesiminde duyuldu. Akşam konferans salonu sinema doldu taştı, dışarılarda kalabalıklar oluştu. Gelişinde hava alanında büyük karşılama yaşandı; konvoy halinde çok sayıda araba ile, coşkulu bir kalabalık karşıladı. O gün aynı uçakla bir sayın bakan da Erzurum’a geliyor, bilinen biri, Erzurum’da sevilen ve çok hizmeti olmuş bir siyasetçi, bakan beyi Resmi zevat karşılıyor ve alandan ayrılıyor. Üstadı ise bu coşkulu büyük kalabalık karşılıyor, alkışlar vs ve uzun konvoyla şehre geliyor. Üstad böyle şeyleri severdi, bu çok hoşuna gitmişti.
Bu büyük bir soru, ancak kısa birkaç cümle söylemek isterim. Bu tür değerlendirmelerde daima o günlerin şartlarını göz önünde tutmak gerekir. Bizim ilk gençlik yıllarımız, 1960’lı yıllar, askeri darbe olmuş, hem çok acı olaylar yaşanmış, hem de belirli sebeplerle çok özgürlükçü bir anayasa yapılmış, düşünce hareketleri artmış, sosyalizm rüzgarı dünyayı sallıyor, Türkiye’de bu yönde çok büyük hareketlilik var. İşte böyle bir ortamda Büyük Doğu Dergisi bizim için, inançlı gençler için bir ufuk, adeta bir sığınak olmuştur. Cumhuriyet’in kuruluş yılları içinde ezilen, sessizleşsen, cesareti kaybolan İslami kesim için yeniden cesaretli, kişilikli bir ses olmuştur. Güçlü kalemi ve hitabeti ile, şiirleri ile yeniden dinamik bir çığır açmıştır. Daha doğrusu, böyle bir gençliğin oluşması için düşünce ortamı hazırlamış, cesaret ve özgüven vermiştir. Türkiye’de genelde sağ, milliyetçi, dindar kesimler bu dönemde Büyük Doğu ve Üstad’dan etkilenmiştir denilebilir. Önce Büyük Doğu ve sonra o çizgide daha da derinleşen bakışla Seza Karakoç ve Diriliş dergisi Türkiye’de düşünen, irdeleyen, öz güvenli nitelikli bir Müslüman gençliğin yetişmesinde öncü rol oynamışlardır, ben ve benim kuşağım için bunu söylemek isterim. İşte, Üstad Erzurum’daki bu konferansında da bu gençliğin vasıfları üzerine konuşmuştu.
Ben, 1970 Yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldum, bir yıl avukatlık stajımı yaptım, daha sonra bursu ile okuduğum İçişleri Bakanlığında çalışmaya başladım. Ancak, sürekli o dönemde sayıları az olan ve bizlerin asistan olarak girmesinin çok zor olduğu değişik üniversitelerde asistanlık sınavlarına girdim. Tahmin ettiğimiz gibi, bir yere girmemiz mümkün olmadı. 1972 yılı Haziran ayında Erzurum’da da sınav açıldı, Erzurum bizim için çok uzak bir yerdi, bazı arkadaşlarımızla birlikte başvurumuzu yaptık ve sınava gittik. Nazif Gürdoğan’la ikimiz sınavda başarı sağladık ve bir süre sonra göreve başlamak üzere davet edildik. 1972 yılı Eylül ayında Erzurum’a gidip göreve başladım ve 1985 yılında Erzurum’dan ayrılarak Devlet Planlama Teşkilatı’na geldim. Orada iken bir buçuk yıl yurtdışında kaldım. Yani, yaklaşık on iki yıl Erzurum’da yaşadık, ben ve eşim öğretim üyesi olarak üniversitede görev yaptık, çocuklarımız orada doğdu, büyüdü. Hayatımızın en derin ve zengin dostluklarını orada yaşadık, halen devam ediyor. İnanç ve düşünce hayatımızın en yoğun, en bereketli ve en huzurlu günlerini orada yaşadık. Erzurum’un, Erzurumlu müthiş güzel dadaş dostlarımızın, Erzurum Üniversitesi’nde beraber olduğumuz akademisyen ve öğrencilerimizin gönlümüzde hep yerleri sağlam kalmıştır.
O tarihte Türkiye’de 12 üniversite ve dört şehirde İktisadi ve İdari İlimler Akademisi vardı. Üniversiteler özerkti, YÖK benzeri bir kuruluş yoktu, her üniversite kendi kararlarını alabiliyor, bölümlerini, müfredatını belirleyebiliyordu. Erzurum Atatürk Üniversitesi’nin bir rektörü vardı, ismi Kemal Bıyıkoğlu, Rabbim rahmet eylesin ve onun çalışma arkadaşları vardı. Bu rektör ve ekibi üniversitenin akademik kadrolarını yetişmiş, nitelikli herkese açtı; muhafazakar kesimden, sağ kesimden insanlar burada yer buldular. Denilebilir ki, iddialı bir ifade kullanacağım, ülkemizde muhafazakar, dindar, milliyetçi kesimlerin akademik hayata girmeleri bu dönemde Erzurum’da olmuş, daha sonra diğer üniversitelere dağılmıştır. Erzurum Üniversitesi o yıllarda akademik kadrolar olarak Türkiye’nin en birikimli ve başarılı üniversitelerinden birisi olmuştur. Daha sonra bölgede diğer yeni üniversiteleri de bu kadrolar kurmuştur. İşte, biz de bu ekibin içine dahil olmuş olduk. Ayrıca, o yıllarda fakülte olarak dini eğitim veren sadece Ankara İlahiyat Fakültesi vardı, yine bu yönetim tarafından, ikincisi, “İslami İlimler Fakültesi” ismi ile Erzurum’da açıldı, buraya çok değerli akademisyenler geldi.
Evet, aynı yıllarda Erzurum Üniversitesi yönetimi o dönem için çok hayati bir karar almıştır; O yıllarda İmam-Hatip Lisesi mezunları kendi İHL diplomaları ile üniversitelere gidemiyorlardı, bir-iki yıl çalışıp, lise fark derslerini de başarıp lise diploması almaları ve bu diplomaları ile üniversiteye başvurmaları gerekiyordu. Erzurum Üniversitesi yönetimi, İmam Hatip Liselerinde sınıflarının başarılı öğrencilerinin üniversite sınavlarındaki başarı puanları ile lise diploması istemeden, İHL diploması ile kayıt yaptırabileceğine karar verdi. Bu devrim niteliğinde bir karar idi. 1971-1972 ders yılından itibaren üniversiteye çok sayıda İHL mezunu öğrenci geldi. Bizim İşletme Fakültesinde dahi sınıfların yarıdan fazlası İHL mezunu öğrencilerdi. Bunlar İHL’lerinde sınıflarının en başarılı öğrencileri idi.
Bu iki gelişme hem üniversitede, hem Erzurum’da büyük bir atmosfer değişimi getirdi. Bizler, genç asistanlar olarak bir yandan kendi akademik çalışmalarımızı sürdürürken, diğer yandan bu gençlerin yetişmeleri için de çaba sarfettik. Erzurum’da o yıllarda çok daha uzun süren kış ortamı ve ulaşım zorluğu ister istemez kampüs içi ilişkileri daha da artırıyordu. Üç yıl sonra benim de taşındığım üniversite kampüsünün içindeki lojmanlar zaten akademik kadrolarının iletişimi için büyük imkan idi. Danışma, paylaşma, ev sohbetleri, akademik toplantılar, seminerler, sempozyumlar çok yoğun oluyordu.
Öğrencilerle ilişkilerimiz de hem fakültede odalarımızda, hem MTTB ortamında, bazen ev sohbetlerinde yoğun şekilde devam ediyordu. Özellikle İHL mezunu olarak gelenlerin ekonomik desteğe ihtiyaçları daha fazla oluyordu, çoğunun aile destekleri sınırlı oluyordu, onların burs ihtiyaçları vs ile de ilgileniyorduk. O dönem, iki yıl İlim Yayma Cemiyetinin öğrenci burslarının organizasyonunu da Erzurum Üniversitesinde ben yürüttüm. Ben ülkemizde İlim Yayma Cemiyeti’nin bu yönde ne kadar büyük, ne kadar hayırlı çalışmalar yaptığını iyi bilenlerdenim. Kendi akademisyen arkadaşlarım ve MTTB çatısındaki öğrenciler için şu noktayı özellikle vurgulamak isterim: Bizim ortamımızda daima bilinçli ve ilkeli bir insan ve Müslüman olmak, bağımsız olmak, sürekli okuma ve kitapla olmak, kendi öğrenci ve akademik çalışmalarını başarılı yürütmek önceliklerimiz olmuştur Erzurum MTTB’nin o yılları daima bir düşünce ve kültür ortamı olmuştur. Türkiye’nin 1970’li yılları üniversitelerde yoğun öğrenci olayları yaşanmaktaydı, bazı üniversiteler adeta paylaşılıyordu veya savaş alanı gibi idi. Erzurum’da bizim etkili olduğumuz öğrencilerimiz bu tür olaylara asla girmemiştir. Kitap ilişkisi ve okuması en fazla üzerinde durduğumuz konular olmuştur. Bir yabancı dil öğrenme tavsiye ve teşvikimiz sürekli olmuştur. O yıllar Erzurum’da öğrencilerimiz arasında Diriliş, Mavera, Edebiyat dergileri çok okunmuştur. Bir defa, Sezai Karakoç, biz Sezai Abi diyorduk, Diriliş dergisinin en fazla abonesinin Erzurum’dan olduğunu söylemişti bana.
O yıllarda Erzurum Üniversitesi’nde, değişik fakültelerinden mezun olan çok sayıda öğrencimiz değişik üniversitelerde akademisyen olmuşlardır. Yazarlar, şairler, edebiyatçılar vardır. Siyasi hayatta başarılı verimli olanlar vardır. Hayatın her alanında başarılı, etkili arkadaşlarımız vardır, o samimi hayatın, ortamın bereketini ve izlerini sürekli görüyoruz, yaşıyoruz. Bazan bu yazar, akademisyen arkadaşlara söylüyorum Erzurum’un o yıllarını yazsınlar, bir kitap, bir belge haline gelsin diye. Paylaşarak, değişik kişilerden bilgiler, belgeler alınarak ortaklaşa böyle bir çalışmayı arkadaşlar yapabilseler ne çok seviniriz doğrusu.
Bu çok kapsamlı sorunun hem düşünmesi hem de cevaplalanmasının ne kadar karmaşık ve yorucu olacağını takdir edersiniz. Doğrusu, bu konu derin bir toplumsal muhasebe demektir. Kısa ve kestirme cevapları da yoktur. Hepimiz bir boyutundan yaklaşarak bir şeyler söyleyebiliriz. Biz ideallerimiz için yaşadık, Rabbimize hamdolsun, her durumda o bilinçle görevlerimizi yapmaya çalıştık. İlkeli ve donanımlı insanların yetişmesini hep en önemli alan olarak gördük. Yaşayışı; kişiliği, ahlakı, ilkeleri, ilişkileri ile Rabbimizin en büyük nimeti olan inancımıza layık ve onu iyi temsil eden insanlar olmaya gayret ettik ve çevremizdeki insanları da bu yönde arzu ettik. Geriye dönüp baktığınızda, iyi bir yüzleşmede, hayatınızda bu bütünlüğü görebiliyorsanız bu en büyük mutluluktur. Büyük Doğu, Diriliş, Mavera, Edebiyat dergileri ortamları, sorunuzdaki o geleneği ifade eder. Bizler etkili ifadeyi, edebiyatı, şiiri, estetiği, sanatı düşüncenin öncü gücü ve imkanı olarak hep önemli gördük. Bu çağın içinde birikimli, donanımlı olmayı gençlerimize hep öğütledik. Ben bütün hayatımda bu akıl, zeka, yetkinlik içinde olan gençler için çırpındım, onlara yol açmaya çalıştım. Yaptığım bütün görevlerde bunu en başa aldım, en son siyasi hayatım da dahil. Bizim kuşağımız bunda başarılı oldu, Türkiye’de her alanda iyi yetişmiş kadrolar oluştu yirmi, otuz, kırk, elli yıl içinde. Şayet, siyasi ve toplumsal alanda belli başarılar sağlandı ise bu da çok uzun dönemde oluşan bu insan birikimi ile mümkün olmuştur. İdeallerin, hayallerin gerçek olması sorusu başka, farklı noktalardan da irdelenebilir. Müslüman insan için, layık olacak şekilde, mutlaka ihlasla gereken çabayı gösteriyorsa, gerisi Rabbimizin takdiridir. Dünya genelinde İslam Düşüncesi ve İslami İlimler alanında çok önemli, çok değerli düşünürler, bilginler yetişmiştir. Özellikle son yıllarda İslam Düşüncesi alanında çok değerli yayınlar yapılmaktadır. Bunların büyük kısmını takip etmek mümkündür. Tabii, şunu da eklemek gerekir; özellikle son elli yıl içinde bir çok İslam ülkesinde, İslami kesimlerin siyasetle, iktidarla ve devletle buluşmalarının olumlu-olumsuz sonuçları üzerinde yoğun değerlendirmeler yapılmaktadır. Bu yönde hem tartışmalar ve farklı yaklaşımlar vardır hem de çok anlamlı yayınlar yapılmaktadır. Batı dünyası akademik ortamlarında yaşayan Müslüman akademisyenlerin bu yönde daha özgür çalışmalarının olduğu söylenebilir. Her halükarda, İslami İlimler ve İslam Düşüncesi alanında çalışmalar dinamik şekilde sürüyor, umut veriyor. Ancak, dünya genelinde ve bütün farklı inanç kesimleri için geçerli olmak üzere, yeni kuşaklarda dinle irtibatın zayıfladığı yönünde de araştırma ve veriler var. Bu da çok ciddi bir konu.
O yıllar, özellikle 1980 darbesine kadar, Erzurum ve Erzurum Üniversitesi önemli bir merkez olmuştu, ses getiriyordu, verimli bir ortam vardı. Hem biz bazı düşünürleri, yazarları, akademisyenleri davet ediyorduk, hem diğer şehirlerden dostlar ziyarete geliyorlardı. Hatırladığım kadarı ile İsmet Özel 1974 yılında Erzurum’a geldi, bir akşam kalabalık bir gruba hitabetti, kitabını tanıttı, güzel şiirlerinden okudu, hoş bir akşam olmuştu. Bizim Kuşkay Sitesi’ndeki evimizde de bir akşam çay sohbetimiz olmuştu. Sonraki yıllarda, Sanayi Sosyolojisi dersini veridiğim öğrencilere zorunlu tuttuğum yirmi kitaplık okuma listesine İsmet Özel’in Üç Mesele kitabı da vardı. Değerli abi ve dostlarım olan Rasim Özdenören ve Erdem Bayazıt geldiler. Erdem Bayazıt, Ahmet Bayazıt, Şenol Demiröz birlikte geldi. Eskişehir’den Atasoy Müftüoğlu ve diğer dostlar geldiler. Sabahattin Zaim Hocamızı jüri üyeliği gibi çeşitli vesilelerle çok davet ettik ve her zaman geldi. Üniversitemizde ve bizlerde çok emeği vardır. Akademisyenliği ve İslami kişiliği ile modellerimizden birisi olmuştur. Hüseyin Atay Hocamız geldi, İsmail Cerrahoğlu Hocamız bir süre kaldı, dekanlık yaptı. Daha sayılabilecek çok isim vardır bu çerçevede.
Erzurum’da önemli ayrıcalıklarımızdan birisi ise, büyük İslam Bilgini Muhammed Hamidullah ve Muhammed Tayyip Ökic’ birer, ikişer sömestr İslami İlimler Fakültesinde ders vermeleri, burada yaşamalarıdır. Muhammed Hamidullah ismi İslam dünyasında iyi bilinir, çok önemli eserler de bırakmıştır. Tayyip Ökiç Hocamız Boşnak asıllı bir alim ve bir anlamda Ankara İlahiyat Fakültesinin esas kurucusu sayılır, çünkü burada bizim bildiğimiz bütün önemli isimlerin yetişmesinde en çok emeği olan kişidir. Bu ikisi uluslararası büyük kimliklerdir ve biz bunları çokça dinledik, derslerine girdik, evlerinde sohbetlerine katıldık. Akademisyenler için özel seminerler düzenlendi ve bu hocalarımız konuşmalar yaptı ve üniversite genelinde çok etkileri oldu. Özellikle, bu iki otorite şahsiyet bilim ahlakı, metodoloji ve çalışma disiplini açısından da akademik kadrolara model oldular. Üniversitede farklı görüşlerde akademisyen arkadaşlardan bu hocalarımıza büyük saygı doğdu, örnek Müslümanlar olarak algılandılar, bunları ifade ettiler. İslami İlimler Fakültesi’nden hocalarımız, dostlarımız bu kişilerle görüşmemizi, istifade etmemizi sağladılar.
Doğrudur, 1966-67 yıllarında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde MTTB’nin dernek başkanı idim. Bilindiği gibi, MTTB’nin esas kimlik değişimi 1967 yılında İsmail Kahraman’ın genel başkan seçilmesinden sonra gerçekleşmiştir. Bu süreç oldukça zor gerçekleşmiş, kongreler olaylı ve kavgalı geçmiştir. Bu kongrelerde ve İsmail Bey’in seçiminde bulunduk ve ciddi çaba sarf ettik. Sonraki dönemde teşkilatın Ankara ayağını bizler yürüttük. Yukarıda ifade ettiğim gibi, Erzurum Üniversitesi’nde MTTB çok güçlü idi, iyi örgütlenmişti, güzel faaliyetleri oluyordu. Lise ve İHL ayağında da iyi örgütlenmişti. Özellikle genç asistanlar ve hocalar olarak bizler destek oluyorduk. Bizim Erzurum’a gittiğimiz yıl, MTTB’nin İsmail Bey’den sonraki genel başkanı ve teşkilatın İslami kimliğinin gelişmesinde büyük emeği olan rahmetli Burhanettin Kayhan da İşletme Fakültesi’nde hoca idi. Tabii olarak, Burhanettin Bey teşkilatın Erzurum’da iyi örgütlenmesinde de emek harcamış, çalışmıştı. Büyük İHL grubunun öğrenci olarak Erzurum’a gelmesi ise MTTB öğrenci sayısını oldukça artırdı. Tekrar ifade etmek gerekirse, o yıllar Erzurum Üniversitesi şehirde çok farklı bir atmosfer oluştu; ağır başlı, coşkulu, inanç ve düşünce odaklı, geleceğe birikimli insanların yetişmesi için kaygı ve çabaların yoğun yaşandığı bir ortam bu. Yoğun konferanslar, seminerler, sohbetler yapılıyordu. Kitap ve dergi sirkülasyonu çok oluyordu. Bir öğrenci teşkilatından öte, tam bir düşünce platformu idi. Erzurum’daki akademik birikimin yanında, diğer şehirlerden de düşünürler, edebiyatçılar, akademisyenler konuşmak için davet ediliyordu. Zaten üniversitemizde çok değerli, isimlerini saymaya kalksam uzun bir liste olur, hocalarımız ve arkadaşlarımız bu kuşağın yetişmesinde esas rolü oynamışlardır. Bu sebeple, o dönem öğrencilerimizden çok sayıda akademisyen ve edebiyatçı, yazar-şair yetişmiştir.